prophets mosque in medina

Okuma süresi: 8 Dakika

Yeryüzünde gelip geçmiş insanların en mümtaz ve müstesna fertleri, Hz. Âdem’le (a.s.) başlayan peygamberler silsilesidir. Bu silsilenin en büyük ve en mükemmel halkasını da, hiç şüphe yok ki Son Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) teşkil eder.

Zira o, kendisinden evvelki bütün peygamberlerin bütün yüksek ahlâk ve âlî seciyelerini kendisinde toplayarak “Hâtemü’l-Enbiya” manasıyla bütün peygamberlere reis, onların dinlerinin aslına vâris, kendisinden sonra gelen ve onun terbiye ve irşadı ile kemâl bulan milyonlarca evliya, asfiya ve sulehaya üstad ve muallim olmuştur.

Onun (a.s.m.) nurundan evvel kâinat umumî bir mâtem içindeydi. Mevcudat birbirine düşman, bütün cansız varlıklar birer cenaze, insanlar ebedî yokluğa mahkûm yetim hükmündeydiler.

Onun getirdiği nurla, kâinat birden şenlenerek cûş-u huruş içinde muhteşem bir zikir ve şükür mescidi haline gelmiştir. Mevcudat, artık birbirine düşman değil, kardeş olmuş; cansız varlıklar, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz hikmetine mazhar ve insanların emrine musahhar birer memur vaziyetini almıştır. İnsanlar ise, ebedî yok oluştan kurtulmuş, Hâlık-ı Zülcelâl’in sonsuz saadetler ülkesi olan Cennetine davetli aziz birer misafir durumuna girmişlerdir. Kısacası, âlemlere rahmet olarak gönderilen o zât, insanlığın gecesini gündüze, kışını bahara çevirmiştir.

En küçük bir alışkanlığı bile, tiryakisine bıraktırmak çok zahmetli ve uzun zaman isteyen bir iş olduğu halde, Âlemler Fahri O Şanlı Nebi, câhil, vahşî ve inatçı insanların dem ve damarlarına işlemiş hayatlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş pek çok âdetini kısa zamanda, tek başına, hiçbir zora başvurmadan kaldırmaya muvaffak olmuştur. Kendi çocuğunu canlı canlı toprağa gömen o vahşî topluluktan, en medenî milletlere medeniyet dersi verecek derecede yüksek seviyeli bir cemiyet meydana getirmiştir.

İçtimaî bakımdan çok düşük bir hayatın yaşandığı, hiç kimsenin hayatından emin olmadığı, karanlık bir dünyaya doğan o Hidayet Güneşi, getirdiği saadet düsturlarıyla kısa zamanda yüksek anlayışlı ve yüce ahlâklı insanların yaşadığı emniyetli bir içtimaî hayat tesis etmiştir.

İşte, böylesine müstesna, nurani bir şahsiyetin sahibi Hz. Muhammed’in (a.s.m.), 23 sene gibi kısa bir zamanda bütün dünyanın düşmanlığına ve her türlü manilere rağmen başardığı bu muazzam maddî mânevî inkılâb, dost düşman herkesin hayranlık ve takdirini kazanmıştır.

Tevhid davasını omuzlandığı gün inanç ve fikirlerini paylaşacak tek bir kişi bile yeryüzünde yoktu. Vefatından az önce Arafat dağında irad buyurdukları Veda Hutbesi esnasında ise etrafında altından halkalar halinde yüz bini aşkın sahabe bulunuyordu. 1400 küsur sene sonra bugün ise, onun getirdiği nurun etrafında renkleri ayrı, dilleri farklı ve fakat inanç ve gönül birliği içinde bulunan bir buçuk milyarı aşkın ümmeti mevcuttur. Dillerinde onun ismi vardır. Hayatlarında onun getirdiği ebedî nizam hâkimdir.

Kâinat Kitabının derin muammasını en güzel surette anlayan ve ders veren de yine o olmuştur. Onun ders verdiği hikmetten mahrum felsefeci, kâinattaki hakikî hikmeti elde edemez. Vesvese ve şüpheler girdabında kalp ve ruhunu kaybedeceği gibi, aklını da geveze eder. Kendi gibi çoklarını da yoldan saptırır.

Onun Kur’an ahlâkını kendisine rehber edinmeyen ahlâkçının, onun ortaya koyduğu prensipleri benimsemeyen içtimaîyatçının insanları götüreceği yer, bir başka ahlâksızlık ve huzursuzluk zemini olacaktır.

Yazar, ondan ilhamını ve edebini almazsa, her zaman ruhsuz, mânevîyatsız ve eksik yazacaktır.

Hatib, onun hitabet tarzını bilmez ve ondan mevzuunu almazsa, kalp ve ruhlar üzerinde derin tesir icra edemeyecektir.

Edebiyatçı, onun nezih edebini bilip kendini onunla edeplendirmezse, edebsizlik çamurunda hem boğulacak, hem başkalarını boğacaktır.

Komutan, onun harp siyasetini bilmezse, hezimete uğramaktan, zulüm ve vahşet irtikâb etmekten kendisini kurtaramayacaktır.

İdareci, onun idarecilik vasfını bilmezse, hayatta kâmil manada muvaffakiyeti pek az elde edecektir.

San’atkâr, onun ibretli nazarıyla kâinata, eşyaya, insana bakmazsa, tabiatperestlikten kendisini kurtaramayacaktır.

Eğitimci, onun şefkat, sevgi ve saadet bahşeden terbiye düsturlarını bilmezse, vazifesinde gereği gibi başarı elde edemeyecektir.

Çok şeyi unutturan, eskiten ve duyulmaz hale getiren zaman, Kâinatın Efendisinin nurani sadâsını değil unutturmak, eskitmek; belki daha gür bir şekilde günümüze kadar aşk ve şevk içinde taşımıştır; kıyamete kadar da daha parlak bir surette taşıyacaktır. Bugün onun Asr-ı Saadetinden akıp gelen kudsî eda ve sadâsı, ruhlarımızı, gönül ve vicdanlarımızı bir başka tatlılık, bir başka heyecan ve bir başka haşmet ile okşamaktadır. Bize yeniden hayat, yeniden aşk, yeniden ümit, metanet ve cesaret vermektedir.

Böylesine bir Yüce Peygamberin (a.s.m.) örnek hayatını kaleme almak, o nur kaynağından asrımızın karanlıklarını aydınlatacak huzmeler sunmak, elbette çok büyük ve şerefli bir vazifedir; büyüklüğü nisbetinde de dikkat ve hassasiyet isteyeceği muhakkaktır. Şimdiye kadar Resûl-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) hayatı yüzlerce defa yazılmıştır. Fakat onun (a.s.m.) beşerî şahsiyetiyle peygamberlik vazifesinden gelen mânevî şahsiyetinin muvazeneli şekilde nazara verilmesi hususunda her zaman gerekli dikkatin gösterildiği söylenemez.

Siyerler ve tarihler, aynı zamanda sosyal hadiseleri tespit eden birer tarihî kaynak olmak hüviyetleriyle daha çok Peygamberimizin beşerî şahsiyeti üzerinde durmuşlardır; risâlet makamındaki ulvî şahsiyetine ise, aynı nisbette dikkatleri çekmemişlerdir.

Halbuki, o eşsiz zâta gerçek hürmet ve itaat hislerini telkin edecek olan, daha çok peygamberlik şahsiyetindeki müstesna kemâlâtının bilinmesidir.

Gerçi onun ümmete her cihetten imam ve örnek olduğunu göstermek zaruretine binaen, beşerî ahvâlinden bahsetmek de elbette gerekli, hatta zarurîdir.

Fakat onun ulvî şahsiyetini idrak edebilmeye, sathî nazar sahipleri için sadece bu beşerî yönü nazara vermek yeterli değildir.

Bunun için Peygamberimizin bir çekirdeğe benzetilen beşerî ahvâlini anlatırken o çekirdekten çıkan haşmetli Tûbâ ağacı gibi mânevî hüviyetine, risâlet şahsiyetine de zaman zaman nazarları çevirmek gerekmektedir. Ta ki ona lâyık hürmet ve muhabbet, hakkıyla gösterilebilsin.

Mesela, o zâtın çarşı içinde bir at alış verişinde, sıradan bir bedevîyle pazarlık yapmasına bakıldığında, mânevî şahsiyetinin anlaşılması, idrak edilmesi mümkün değildir. Bu durumda hemen akıl gözünü kaldırıp, onun refrefe binip, semâvâtı geçip, hatta Cebrail’i bile geride bırakarak ta Kàb-ı Kavseyn makamına yükseldiği risâlet şahsiyetine bakılmalıdır. Ancak böylece beşerî halleriyle risâlet şahsiyeti arasında tam bir köprü ve denge kurulmuş olabilir.

Uzun süren titiz bir çalışma sonunda vücut bulan elinizdeki eserde, bu hususa azamî derecede ihtimam gösterilmiş, mütehassıs bir heyetin dikkatli tedkiklerinden sonra sizlerin istifadesine sunulmuştur.

Eserin telifinde, günümüz insanının anlayabileceği bir lisan ve okuma rahatlığı sağlayacak bir üslûp kullanılmasına da hassasiyet gösterilmiştir.

Günümüzde insanlığının asıl ızdırabı, Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed’i (a.s.m.) tam manasıyla tanımamış, hakikî şahsiyetini bilememiş olmasından ve getirdiği esaslara karşı lakayt kalmasından, onlara aşk ve şevk içinde kucak açmayışından gelmektedir. Dünyanın mânevî sarsıntısı da, sıkıntısı da, anarşi ve huzursuzluk içinde bunalması da bundan doğmaktadır.

Onu anlamadıkça, sevmedikçe ve hayat bahşeden prensiplerini kendisine rehber edinmedikçe de insanlığın bu sıkıntı, sarsıntı ve buhrandan kurtulması mümkün değildir.

İnsanlık, onu anlamak zorundadır.

Bu eserimiz, onun bir nebze de olsa anlaşılmasına vesile olacaksa kendimizi bahtiyar addedeceğiz.

Sizi eserle başbaşa bırakırken, eserin hazırlanmasında en az benim kadar gayret gösteren, himmetlerini ve yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen kıymetli ilim ehli hocalarıma, değerli büyüklerime ve muhterem mesai arkadaşlarıma burada tekrar tekrar samimi teşekkürü bir borç bilir, sözlerimi şu veciz ve özlü duayla bitiririm:

Yâ Erhamerrâhîmin! Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) hürmetine bizi onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibaına muvaffak ve Dâr-ı Saadet’te onun âl ve ashabına komşu eyle! Âmin. Âmin. Âmin.

SALİH SURUÇ

3 Ramazan 1401 / 5 Temmuz 1981

İSTANBUL

Peygamberimizin Hayatı / Salih Suruç