Okuma süresi: 7 Dakika
Başta demiştik: Bütün mevcudat, lisan-ı hal ile Bismillah der. Öyle mi? Devamını okuyabilirsiniz
Birinci sözün hemen ilk paragrafında tüm varlıkların Besmeleyi vird-i zeban (sürekli hale getirilmiş vird) ettiklerini söylemişti. Şimdi burada ise bu büyük meseleyi anlatıyor. Önce küçük bir temsil veriyor, daha sonra hakikata tatbikini yapıyor.
Evet, nasılki görsen: Bir tek adam geldi. Bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevketti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin; o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o bir askerdir. Devlet namına hareket eder. Bir padişah kuvvetine istinad eder.
Evet normal şartlar altında bir adamın gelip yüz kişiyi zorla bir yere götürüp zorla işlerde çalıştırması mümkün değildir. Böyle yapabilen birinin, bunu kendi adıyla ve kuvvetiyle yaptığını düşünmek ahmakça olur. Çünkü o yüz kişinin her biri bir tokat atsa, o tek başına olan kişi perişan olur.🙂 Bundan dolayı anlıyoruz ki, o bir askerdir veya görevli biridir. Yaptığı bu işi, arkasında birine dayanarak yapıyor. Tek başına iken, adeta padişahın manevi kuvvetini kendinde hisseder. Nitekim padişaha olan bağlılıktan dolayı, değil yüz kişi belki binler ve hatta milyonlarca kişi sıraya dizilir. Ezcümle, padişaha doğrudan bağlı olan bir ordu komutanı karşısında milyonlar askerler hazır kıta duruyorlar. İşte madem hakikat budur.
Öyle de her şey, Cenab-ı Hakk’ın namına hareket eder ki; zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar.
İşte küçücük olan tohum ve çekirdeklerin yaptığı şu harika işleri de onların kendi kuvvetlerinden bilmek, bir kişinin kendi başına ve kendi kuvvetiyle yüz kişiye zorla iş yaptırabilmesini kabul etmek kadar bir ahmaklıktır.
Çünkü her bir tohumun içinde koca ağacın programı var. Bu ağacın açığa çıkması için koca güneşin, yağmurun, rüzgarın vs. her ne gerekli olan sebep varsa hepsinin bir araya gelmesi ve ortaklaşa çalışması lazımdır. Böyle olduğu halde, küçücük tohum bunu kendi başına nasıl yapsın? Bu kadar büyük sebeplere bu işi nasıl yaptırabilsin? Onun için anlıyoruz ki; Allah namına, Allah’ın kudretiyle bunları yapabiliyor. Bu durum, o tohum veya çekirdeklerin manen “Bismillah” dediğini bize göstermiş oluyor. İşte bunun gibi..
Demek herbir ağaç, “Bismillah” der. Hazine-i Rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor. Her bir bostan, “Bismillah” der. Matbaha-i Kudret’ten bir kazan olur ki; çeşit çeşit pekçok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor. Herbir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar “Bismillah” der. Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere, Rezzak namına en latîf, en nazif, âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar. Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, “Bismillah” der. Sert olan taş ve toprağı deler geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey ona musahhar olur.
Böylelikle anlıyoruz ki; tüm varlıkların yaptıkları işin mükemmel olması ve normal şartlar altında tek başlarına kalsa bu işleri yapamamaları, bize, bu işi Allah namına yaptıklarını göstermiş oluyorlar. İşte bu mana, o varlıkların “Bismillah” demesi oluyor. Demek ki, tüm varlıkların besmele çekmesi akıldan uzak değildir.
Evet havada dalların intişarı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemal-i suhuletle intişar etmesi ve yer altında yemiş vermesi; hem şiddet-i hararete karşı aylarca nazik, yeşil yaprakların yaş kalması; tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor. Kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salabet ve hararet dahi, emir tahtında hareket ediyorlar ki; o ipek gibi yumuşak damarlar, birer asâ-yı Musa (A.S.) gibi
فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ1
emrine imtisal ederek taşları şakk eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince nâzenin yapraklar, birer a’zâ-yı İbrahim (A.S.) gibi ateş saçan hararete karşı
يَا نَارُ كُون۪ى بَرْدًا وَسَلَامًا2
âyetini okuyorlar.
Üstadımız bu kısımda yine Allah’ın varlığına delil olacak iki şeyi beyan ediyor. Bir önceki yazıda söylediğimiz gibi, orada vicdanî olarak iki delil sundu. Burada ise iki tane aklî delil sunuyor. Diyor ki, tabiatperest (natüralist) olan insanların tutundakları ve kendilerince kuvvetli zannettikleri iki dal var. Biri, salabet (dayanıklılık); diğeri, hararet (ısı, sıcaklık). Bu ikisi doğanın iki önemli unsurudur.
Birincisi: Bakıyoruz ki, nazik ve nazenin olan dallar ve kökler, havada ve yer altında yayılım gösteriyorlar. Hem de çok kolay bir şekilde gerçekleşiyor. Normalde biz yeri kazmak için kas kuvvetiyle birlikte hiç değilse kazma-kürek kullanırız. Veya bir cismi yukarıya doğru kaldırırken yerçekimine zıt hareket ettiğimiz için yine güce ihtiyaç duyarız. Dolayısıyla bunlar kendi başına olmayan zor işlerdir. Çünkü dayanıklılık kanunu gereği zayıf olan birşey yukarı doğru kendi başına yükselemez ve yine nazik ve yumuşak olan şeyler sert olan yeri delip içinde ilerleyemez. Fakat bakıyoruz, bu incecik dallar yukarıya doğru yükseliyor. Ve incecik kökler yer altında rahatça ilerliyor. Hatta bazıları taşı delip taşın içinden çıkıyor ve o yaşta kök salıyor. Adeta Musa aleyhisselamın asası gibi o incecik damarlar yerin altında ilerleyip birer mucize gösteriyorlar. O zaman anlıyoruz ki; o nazik ve ince dallar ve kökler, bu işleri “Bismillah” diyerek Allah’ın yardımıyla yapıyorlar.
İkinci bir delil olarak, incecik yaprakların yakıcı hararete karşı yaz boyunca yaş kalması yine doğa yasasına aykırı bir durumdur. Şimdi burada anlatılan mesele, sürekli gördüğümüz ve bildiğimiz şeyler olduğundan bize o kadar basit geliyor ki, harikalığını gizlemiş. Aynı zamanda bu işin tesadüfe veya tabiata havale edilemeyeceği ve dolayısıyla Allah’ın varlığına ve birliğine çok vazıh (açık) bir delil iken, bizim nazarımızda gizlenmiş.
İşte yaz boyunca birçok yerde yağmur yağmazken ve ağacın yer altında çekebileceği su çok az iken ve o incecik yaprakların daha da ince olan damarlarının çektiği su miktarı, buharlaşan su miktarından daha az iken ve buna rağmen yaprakların yaş kalması bu işin kesinlikle tabiata havale edilemeyeceğinin kati bir delilidir. Bundan dolayı anlıyoruz ki, bu işi Allah’tan başkası yapamaz. O yaprak kendi havl ve kuvvetinin çok üstünde yaptığı bu iş ile lisan-ı hal ile manen “Bismillah” demiş oluyor. Böylelikle o yakıcı güneşin altında aylarca yaş kalabiliyor. Güneş, o yaprak için (Ayet-i kerimede denildiği gibi, ateşin İbrahim aleyhisselama serin ve selametli olduğu gibi) serin ve selametli oluyor.
Yeri gelmişken söylemek istiyorum. Risale-i Nurun çok harika bir özelliğidir ki, Musa aleyhisselamın asası gibi nereye vursa Allah’ın varlığına dair deliller fışkırtıyor. Gözümüzün önünde olan ve bizim için normalleşip kabuk bağlayan meselelere risale asasını vurarak altındaki hakikat suyunu çıkarıp bize içiriyor.
Bir yazımızın daha sonuna geldik.
Selam ve dua ile…
Maşallah, rabbim daim ettirsin.