Okuma süresi: 8 Dakika

Madem her şey manen “Bismillah” der. Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi “Bismillah” demeliyiz. Allah namına vermeliyiz. Allah namına almalıyız. Öyle ise, Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız… Devamını okuyabilirsiniz.

Şimdiye kadar bize Bismillah’ın hakikatini anlattı. Bundan sonra ise konuyu bir neticeye bağlayarak yapmamız gereken şeyi söyledi. Bismillahı hayatımıza hakim kılmalıyız! Madem her şey manevi olarak Bismillah diyor. Yani Allah namına hareket edip onun nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Öyle ise biz de tüm varlıklar gibi hareket edip Allah namına iş yapmalıyız.

Mesela, birine bir şey vereceğimiz zaman Allah için vermeliyiz. Birinden bir şey alacağımız zaman Allah’ı hatırımıza getirip alacağımız şeyin Allah’ın bize nimeti olduğunu bilip öyle almalıyız. Madem herşeyi onun namına yapmamız gerekir. Öyle ise, Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız. Burada çok önemli bir meseleye değindi. Bu konuyu açıklığa kavuşturmak için Risale-i Nurun başka yerinde bu meseleye dair olan bir yeri buraya koymak gerekiyor.

Dördüncü Mes’ele:
Esbab-ı zahiriye eliyle gelen nimetleri, o esbab hesabına almamak gerektir. Eğer o sebeb ihtiyar sahibi değilse -meselâ hayvan ve ağaç gibi- doğrudan doğruya Cenab-ı Hak hesabına verir. Madem o, lisan-ı hal ile Bismillah der, sana verir. Sen de Allah hesabına olarak Bismillah de, al. Eğer o sebeb ihtiyar sahibi ise; o Bismillah demeli, sonra ondan al, yoksa alma. Çünki

وَلَا تَاْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ


âyetinin mana-yı sarihinden başka bir mana-yı işarîsi şudur ki: “Mün’im-i Hakikî’yi hatıra getirmeyen ve onun namıyla verilmeyen nimeti yemeyiniz!” demektir. O halde hem veren Bismillah demeli, hem alan Bismillah demeli. Eğer o Bismillah demiyor fakat sen de almaya muhtaç isen; sen Bismillah de, onun başı üstünde rahmet-i İlahiyenin elini gör, şükür ile öp, ondan al. Yani nimetten in’ama bak, in’amdan Mün’im-i Hakikî’yi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. Sonra o zahirî vasıtaya istersen dua et. Çünki o nimet onun eliyle size gönderildi.
Lemalar – 133

Evet burada daha ayrıntılı bir şekilde bu meseleyi anlatıyor. Diyor ki, zahirî sebepler vasıtasıyla bize gönderilen nimetleri o sebeplerden bilip onlardan almamak gerekir. Eğer o sebepler hayvan ve bitki gibi şeyler ise, zaten onlar Allah hesabına bize verir. Biz de onlardan Allah hesabına Bismillah deyip öyle almalıyız. Eğer o zahirî sebep insan ise, o Bismillah demeli, sonra ondan alınabilir. Yoksa almamak gerekir. Çünkü Ayet-i kerimede, Allah adıyla kesilmeyen hayvanlardan yenilemeyeceği buyuruluyor. Üstadımız bu ayette işaret edilen bir başka manadan bahsediyor. Allah adıyla verilmeyen hiç bir nimeti alıp kullanamayız diyor.

Ana metnimizde de “Öyle ise, Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız.” demişti. Fakat Lem’alardaki yerde bir istisna durumdan bahsetti. Gafil bir insanın bize vereceği nimete muhtaç isek, mesela pazardan meyve-sebze almaya muhtacız ve maalesef bir sürü esnaf gafil insanlar olup o nimetleri Bismillah demeden bize veriyorlar. İşte bu durumda bizim yapmamız gereken şudur; biz Bismillah diyeceğiz. Almaya muhtaç olduğumuz nimeti bize verenin aslında Allah olduğunu bilip şükrümüzü Allah’a yapacağız. Sonra istersen o pazarcıya veya muhtaç olduğun malı aldığın kişiye dua et. Çünkü o kişi, o nimetin sana ulaşmasında aracı oldu.

Sanırım buraya kadar mesele anlaşıldı. Özetle, tüm hayatımıza Bismillah’ı hâkim kılacağız. Besmeleyi hem lafız itibariyle ağzımıza alıştıracağız. Hem de fikir itibariyle Allah namına iş yapmayı kendimize prensip edineceğiz. Zaten Allah’ın da bizden istediği budur.

Şimdi Ana metnimizde dönelim. Orada meselenin sonunda bir soru soruluyor. Bu sorunun cevabında da göreceğimiz üzere Besmelenin yanında Allah’ın bizden istediği başka önemli vazifelerimiz de var. Önce soruyu okuyalım, sonra cevaba geçelim.

Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiat istiyor?

Tablacı şimdiki tabirle “pazarcı” olan insanlardır. Bu açıdan bakacak olursak aslında tüm insanlar birer tablacı hükmündedir. Allah’ın nimetlerini sergileyip bize sunuyorlar. Fakat bunu yaparken yaptıkları emeğin karşılığı olarak bizden ücret talep ediyorlar. Biz de hak ettikleri ücreti onlara veriyoruz. Acaba bize bu nimetleri asıl gönderen Allah bizden ne fiyat istiyor.

Elcevab: Evet o Mün’im-i Hakikî, bizden o kıymetdar nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise; üç şeydir. Biri: Zikir. Biri: Şükür. Biri: Fikir’dir. Başta “Bismillah” zikirdir. Âhirde “Elhamdülillah” şükürdür. Ortada, bu kıymetdar hârika-i san’at olan nimetler Ehad-i Samed’in mu’cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek fikirdir.

Demek ki, Allah’a vermemiz gereken ücret üç kısma ayrılan bir vazifedir. Zikir, fikir, şükür. Herhangi bir nimet olursa olsun, o nimet bize ulaştığında veya onu kullanmaya başladığımızda başta Bismillah diyeceğiz. O nimetle işimiz bittiği zaman Elhamdülillah diyeceğiz. Çoğu kimsenin bilmediği veya bilse dahi yapmakta tembellik ettiği “fikir” kısmıdır.

İşte o nimeti kullanma esnasında ise (mesela yemek yerken) o nimeti doğrudan doğruya bize verenin, bize nasip edenin Allah olduğunu ve bu kıymetli nimetlerin kendi kendine veya doğa eliyle var olamayacağını, Allah’tan başka bunu yapabilecek kimsenin olmadığını ve bu nimetler, Allah’ın sırf rahmetiyle bize vermiş olduğu birer hediye olduğunu düşüneceğiz. Her bir nimetin birer sanat harikası ve kudret mucizesi olduğunu anlayıp kabul edeceğiz.

Bir de bu kısmı anlatırken Allah’ın iki isminden bahsetti. Ehad ve Samed isimleri. Ehad, Allah’ın her bir mahlukuna bakan birliğini ifade eder. Yani, tüm kainatı idare etmesi her bir mahluku ile özel olarak ilgilenmesine engel olmuyor.

Bir de Samed ismini kullanmıştı. Samed, herşeyin her an Allah’a muhtaç olduğunu ama kendisinin hiçbir şeye hiçbir zaman muhtaç olmadığını ifade ediyor. Yani Allah bize hiçbir şekilde muhtaç olmadığı halde ve hatta bizim ibadetlerimize de muhtaç olmadığı halde sırf rahmetinden bize nimet veriyor. Biz ise her açıdan Allah’a muhtacız. Onun bize nimet vermesine muhtacız. İşte bu iki ismi burada zikretmesiyle böyle derin manaları da kastetmiş oluyor.

İşte nimetin ortasında bu gibi manaları ne kadar düşünüp farkındalık kazanırsak o derece “fikir” kısmını kaliteli yapmış oluruz. Bu üç vazifeyi yapınca Allah’ın bize hediye etmiş olduğu nimetlerin Allah’a ait ücretini vermiş oluruz. İnsanlar ve diğer zahirî sebepler tamamen birer perdedir. Bu nimetin bize asıl gönderenin Allah olduğunu derk etmeliyiz. Bize gelen nimetlere aracı olan insanların ve diğer varlıkların durumu aynen şimdi gelecek olan misaldeki miskin adama benziyor.

Bir padişahın kıymetdar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zahirî mün’imleri medih ve muhabbet edip, Mün’im-i Hakikî’yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir.

Belahet ahmaklık demektir. Allah bize vermiş olduğu nimetleri bize gönderirken kendisi bizzat vermiyor. Kendi şanına yakışacak bir tarz ile gönderiyor. Üstadımızın vermiş olduğu misaller konuyu aydınlatıcı nitelikte olduğu için kullandığı tabirler çok geniş manaları içinde barındırıyor. Mesela, burada padişah tabirini kullanması bize şunu ifade ediyor. Bir padişah nasılki birine bir hediye gönderirken birini elçi yapıyor. Kendisi hediye gönderdiği kişinin ayağına gitmiyor. Öyle de Mün’im-i Kerim olan Allah da bize nimetlerini gönderirken zahirî sebepleri birer aracı yapıyor.

Bunun yanında zahirî sebepleri öylesine miskin bırakmış ki, aklını biraz bile çalıştıran kişi o sebeplerin sadece birer aracı olduğunu anlar. İşte asıl mal sahibi olan Allah’a övgüsünü ve sevgisini vermeyip zahirî sebepleri övüp seven adam, misaldeki adamdan bin kat daha ahmaktır.

İşte durum bundan ibarettir. Madem böyledir..

Ey nefis! böyle ebleh olmamak istersen; Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle. Vesselâm.

Birinci söz burada son buldu.

Selam ve dua ile…