New parliamentarians are sworn an

Okuma süresi: 6 Dakika

S: Ulvî ve süflî ecramın mahiyetleri, şekilleri, hareketleri hakkında fennin verdiği beyanat gibi beyan lâzım iken, mübhem bırakılmıştır? Devamını okuyabilirsiniz…

Evet evvela soruyu anlayalım. Soru da diyor ki, Kur’an’ın gök cisimlerinden ve yer yüzündeki cisimlerden, mesela dağlardan, bulutlardan, denizlerden vs. gibi büyük cisimlerden ve onların mahiyetlerinden, şekillerinden, hareketlerinden ayrıntılı bir şekilde bilimin açıklamaları gibi bir açıklama yapması gerekirken, üstü kapalı bırakmıştır.

Peki niye bahsetmesi gerekir? Çünkü madem Kur’an-ı Mübin herşeyin içinde olduğu bir kitaptır. Ve madem biz insanları ilgilendiren meseleler Kur’an’da vardır. Elbette bu büyük cisimlerin ne olduklarına dair bize bilgi vermesi gerekirdi, diye bir sual soruluyor. Şimdi cevaba geçelim.

C: Bu gibi mes’elelerde ibham daha mühimdir. Ve icmal daha cemil ve güzeldir.

Cevabın daha ilk cümlesinde hükmü verdi. Adeta vereceği cevabın ana fikri bu ilk cümledir. Bu meseleleri üstü kapalı bırakması, ayrıntıya inmemesi daha önemli ve daha güzel olduğunu söyledi. Peki neden üstadım? (Dört tane hikmetini sayacak. Biz bu yazıda sadece birincisini okuyacağız.)

Çünki Kur’an, istitradî ve tebaî olarak Cenab-ı Hakk’ın zâtına, sıfatına istidlal için kâinattan bahsediyor. İstidlalin birinci şartı, delilin neticeden daha zahir ve malûm olması lâzımdır.

Bir önceki yazımızda üzerinde durduğumuz gibi, Kur’an’ın kainattan bahsedişi Allah hesabınadır. Onun varlığını ve birliğini ispatlamak ve onu sıfatlarıyla bize tanıtmak için kainattan bahsediyor. Madem kainatı, Allah’ın varlığına delil olarak getirecek. Öyle ise, delil olarak sunduğu şeyin bilinen ve görünen şeylerden olması gerekir.

Eğer fencilerin iştihası gibi “Şemsin sükûnuna, arzın hareketine bakmakla Allah’ın azametini anlayınız.” demiş olsaydı, delil müddeadan daha hafî olurdu. Ve insanların ekserîsi, ekser zamanlarda fehmedemediklerinden inkâra zehab ederlerdi.

Kur’an Allah’ı, biz insanlara tanıtırken, bilhassa ilk indiği zamanlardaki insanların anlayışına taban tabana zıt olan bilgileri kullansaydı, insanlar Allah’ı tanıyamazdı. Çünkü o zamanki insaların çoğu güneşin dünya etrafında döndüğüne ve dünyanın düz olduğuna inanıyordu. Bu inanış uzun bir müddet de devam etti. Kuran, onların bildiği şeyin tam tersini söyleyerek “güneşin durağanlığına ve dünyanın onun etrafındaki dönüşüne bakınız da, Allah’ın büyüklüğünü anlayınız.” demiş olsaydı, getirmiş olduğu delil iddia ettiği şeyden daha gizli olurdu.

Oysaki yukarıda da zikrettiğimiz gibi istidlal(delil getirme) yapılacaksa delilin, iddia edilen şeyden daha açık olması gerekir. Aksi halde iddia havada kalır. Bundan dolayı da insanların çoğu, çok zamanlarda Kur’an’ın anlattıklarından istifade edemeyeceklerinden inkar yoluna gideceklerdi.

Halbuki, irşad ve hidayet zamanlarında cumhurun derece-i fehimleri nazara alınarak ona göre söz söylemek îcabeder.

İşte Kur’anın en büyük bir gayesi, insanları irşad etmek olduğu ve onlara hidayet kaynağı olduğu için, bu vazifeyi yaparken elbette çoğunluğun anlayışına uygun konuşacak.

Maahâzâ ekseriyete yapılan müraattan, ekalliyette kalanın mahrumiyeti neş’et etmez.

Bununla beraber çoğunluğun anlayış derecesini gözetmek, azınlıkta kalanın mahrum olacağı anlamına gelmez.

Çünki onlar da istifade ediyorlar. Amma mes’ele makûse olursa, ekseriyet mahrum kalır, istifade edemez. Çünki fehimleri kàsırdır.

Evet azınlıkta kalan ve anlayışları yüksek olan insanlar da Kur’an’ın anlattıklarından istifade ediyorlar. Onlar da Allah’ı tanır ve kabul eder hale geliyorlar. Fakat Kur’an bu azınlığa hitap ederek konuşsaydı, o zaman çoğunluk mahrum kalırdı. Çünkü fehimleri(anlayışları) kısadır.

Şimdi bu cevabı kısaca özetleyip, bir önceki yazıda söz verdiğimiz gibi Kur’an’ın yaptığı ibhama(üstü kapalı konuşmaya) bir örnek getirelim. Evet Kur’an bir kısım bilimsel meseleleri ihmal edip hiç anlatmamış. Buna örnek Kur’an’ın anlatamadığı her bilimsel meseledir. Biz icmal ve ibham için gerek bu yazıda gerek gelecek olan yazılarda örnek vermeye çalışacağız.

Kur’an’ın kainattan bilimsel olarak bahsetmemesinin bir hikmeti budur: Çoğu insanın Fehmi kısadır. Bildikleri bilimsel bilgileri kafalarında bir defada değiştiremezler. Bundan dolayı Kur’an çoğu zamandaki çoğu insanların bilemeyeceği bilimsel meseleleri onların seviyesine göre anlatmış.

Mesela der: “Güneş kendisine belirlenen bir yörüngede akıp gidiyor.”1 Bu şekilde güneşin hareketinden üstü kapalı bahsederek ayrıntıya inmez. O zamanki insaların çoğu kendi inandıkları şekliyle bu ayeti kabul eder. Güneş, dünyanın etrafında Allah’ın emriyle döner diye anlarlar. Böylelikle Allah’ın büyüklüğünü anlamış olurlar. O koca güneşi hareket ettiren Allah, o güneşten daha büyüktür diye inanabilirler ve öyle de sağlam inanmışlardır.

Şimdi bilimin daha geliştiği bir zamanda yaşayanlar olarak biz de bu ayetten tam istifade edebiliyoruz. Her ne kadar bir süre güneşin sabit ve dünyanın onun etrafında döndüğüne dair bir kabul olsa da, şimdi biliyoruz ki güneş de durmuyor. O da, gezegenleriyle birlikte, bir başka cismin etrafında dönüyor. Biz de bu ayetten istifade ederek, Allah’ın varlığını ve büyüklüğünü aklen dahi kabul edip teslim olabiliyoruz. İşte tüm zamanlardaki insanlar için nüzul eden Kur’an, bütün zamanlardaki insanlar için hidayet kaynağı oluyor. Her zamandaki insanlar onun irşad etmesiyle Cenab-ı hakkı tanımış oluyor.

İnşaallah bir sonraki yazıda ikinci hikmeti okuyacağız.

Selam ve dua ile…

  1. Yasin Suresi – 38.ayet ↩︎