Okuma süresi: 5 Dakika

Bismillah” ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak dinle. Şöyle ki: Devamını okuyabilirsiniz.

Bismillah’ın iki önemli özelliğini söyledi. Biri, karşılaştığımız zor durumlar için bize yardımcı olacak büyük ve tükenmez bir kuvvet sağlamasıdır. İkincisi ise ihtiyacımız olan her türlü şey için bize çok ve hiç bitmeyen bir bereket sağladığıdır. Bu iki önemli özelliğin ne olduğunu tam manasıyla anlamamız için bize bir temsili hikayecik anlatacak. Daha sonra bu temsili hikayeciğin hakikatteki karşılığını bize söyleyecek.

Bedevi Arab çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabîle reisinin ismini alsın ve himayesine girsin. Tâ şakilerin şerrinden kurtulup hacatını tedarik edebilsin. Yoksa tek başıyla hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır. İşte böyle bir seyahat için iki adam, sahraya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi. Diğeri mağrur… Mütevazii, bir reisin ismini aldı. Mağrur, almadı… Alanı, her yerde selâmetle gezdi. Bir katı-üt tarîke rast gelse, der: “Ben, filan reisin ismiyle gezerim.” Şaki defolur, ilişemez. Bir çadıra girse, o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belalar çeker ki, tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu.

Şaki = Eşkiya, yol kesen / katı-üt tarîk = Yol kesen

Hikayecik gayet anlaşılır olduğundan, şimdi hakikata geçelim.

İşte ey mağrur nefsim! Sen o seyyahsın. Şu dünya ise, bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hacatın nihayetsizdir. Madem öyledir; şu sahranın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’sinin ismini al. Tâ, bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisatın karşısında titremeden kurtulasın.

Evet nefsimiz, bilhassa benim nefsim çok gururludur. Allah’ın adıyla hareket etmek istemiyor. Tek başına hareket edip hür(!) kalmak istiyor. Oysaki farkında değil ki bu şekilde her şeye kul köle oluyor. Bir tek Allah’a dayanıp yalnız ondan istemekten geri duruyor ama tüm kainata dilencilik edip her yaşadığı olay karşısında titriyor. Çünkü ihtiyaçlarımız sınırsız denilecek kadar çok. İhtiyaçlarımız tüm kainata yayılmış durumda. Sonsuza kadar yaşamayı istiyoruz. Bunun yanında yaşamımızı tehdit eden düşmanlarımız da yine sayısız. En ufak bir mikroptan tut ta kuyruklu yıldıza kadar çok sayıda düşmanımız var.

Nefsim o kadar gururlu ki kendi acizliğini ve fakirliğini unutup ihtiyaçlarının ve düşmanlarının çokluğunu görmezden gelip Kendi başına hareket etmek istiyor. Üstadımız ise daha birinci sözde anlattığı bu Bismillah hakikatı ile bize bunu hatırlatmış oluyor. Bir çöl gibi olan bu dünyanın içinde en büyük söz sahibi olan Allah’ın adıyla hareket etmenin insana neler kazandırdığını anlatıyor. Mağrur nefsimiz, bilhassa benim nefsim ne zaman ki aciz ve fakirliğini fark edip sayısız ihtiyaçlarını karşılayacak ve sayısız düşmanlarına karşı kendisini koruyacak Malik-i Ebedi ve Hâkim-i Ezeli olan Allah’ın ismi ile hareket etmeye başladı. O zaman kainat kadar büyük bir yük üstünden kalkacak. Tüm kainata kul olmak yerine, tek bir Allah’a kul olacak. Böylelikle tüm kainatın dilenciliğinden ve her hadisenin karşısında titremekten kurtulacak.

Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki: Senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete rabtedip Kadîr-i Rahîm’in dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçı yapar. Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki: Askere kaydolur. Devlet namına hareket eder. Hiçbir kimseden pervası kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır.

Yeri gelmişken önemli bir meseleye değinmek istiyorum. Üstadımız burada anlattığı bu Bismillah hakikatı ile aynı zamanda Allah’ın varlığına hem vicdanî, hem aklî deliller sunuyor. Vicdanî olan delile yukarıdaki paragraflarda değiniyor. Aklî olan delile bir sonraki paragrafta değinecek. Onu inşaallah bir sonraki yazımızda görürüz.

Vicdanî olan delil şudur ki: Her insan acizliği ve fakirliği dolayısıyla kendi içinde hissettiği ve vicdanında olan iki noktayı bulmak istiyor. Biri, nokta-i istinad tabir edilen dayanak noktasıdır. Diğeri, nokta-i istimdad tabir edilen yardım isteme noktasıdır.

Yani insan, hayatını tehdit eden sayısız düşmana karşı, bir dayanak noktası arıyor. Bununla beraber, sayısız ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir istimdad noktası arıyor. Vicdanda olan bu iki noktayı tam manasıyla tatmin edecek Allah’tan başkası değildir. Değil mi?

Allah’tan başka hangi bir zat, insanı tüm düşmanlarından emin edebilir. İnsanın korkusunu ve dehşetini dindirebilir. Hem yine Allah’tan başka hangi bir zat, insanın sınırsız isteklerini yerine getirebilecek kabiliyettedir. Onun için nefis dahi, ister istemez bu ikisini yapabilecek tek zat ancak Allah’tır demeye mecbur oluyor.

İşte insan bunu tam hissedebilse, insanın aczi ve fakrı Allah’ın dergâhında en makbul iki şefaatçi oluyor. Nihayetsiz aciz ve fakir olan insanı, nihayetsiz Kudret ve Rahmet sahibi olan Allah’ın kudret ve rahmetine rabtedip bağlıyor. Böylelikle kişinin hiçbir kimseden ve hiçbir şeyden pervası kalmıyor.

Bir sonraki yazıda tüm mevcudatın nasıl Bismillah dediğine dair yeri mütalaa edeceğiz.

Selam ve dua ile…